4 Kasım 2016 Cuma

Suç ve Ceza - Adalet ve Ütopya

Ceza; suçun maddi karşılığıdır. Karşılık, burada tıpkı bir malın satım alımında gibi "değer" anlamındadır. Değerlemeyi de suçun muhatabı olan toplum yapar. Örneğin, tecavüz suçunun cezası Türkiye'de 15 yıl, İsveç'te 10 yıl, ABD'nin bazı eyaletlerinde elektrikli sandalye olabilir. Suç aynıdır, ama değerlemesi farklı yapılmıştır.

Suçun değerlemesi gibi, bazı eylemler de yine toplum tarafından değerlenmiş ve "suç" olarak tanımlanmıştır. Bunun için önce Anayasalar yapılmış, sonra bu çerçevede ceza yasaları yazılmıştır. Anayasalar bir toplumsal uzlaşı metinleri olduklarına göre, bu çerçevede hazırlanan ceza yasalarının da başka bir şey olduğunu iddia etmek imkansızdır. Dolayısıyla ceza yasalarında "suç" olarak tanımlanan eylemler de tıpkı demokrasiler gibi "dolaylı olarak" halkın talebiyle öyle tanımlanmışlardır. Dolayısıyla bir insanın bir suçtan dolayı cezalandırılması, son derece demokratik bir eylemdir.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir Anayasası vardır. Bu Anayasa her ne olursa olsun %94 'lük kabul oranıyla tartışmasız bir toplumsal mutabakat metnidir. Bu Anayasa çerçevesinde kanunlarımız hazırlanmış, Ceza Yasamız da en son 2005 yılında yenilerek yürür hale gelmiştir. Dolayısıyla bugün ki Ceza Yasamızdaki suçlar da birer toplumsal mutabakat metinleri olup bu yasanın gereğinin yerine getirilmemesi; ister halkların iradesi deyin ister milli irade deyin ister toplumsal irade deyin, buna karşı çıkmak anlamına gelir, cezalandırma, devlet eliyle yapıldığında demokratik bir eylemdir ve devletin en temel varoluş nedenlerinden birisi de budur. Nitekim hem suçtan zarar görenin hem de suçtan zarar gören toplumun ikisinin birden yerine geçerek, objektif kurallar çerçevesinde yargılama faaliyeti yapabilecek başkaca bir yapı keşfedilmiş değildir. Bu noktada "ama objektif yargılama yapılmıyor" itirazlarına verilecek ilk yanıt, bu yazının ilk iki paragrafı olup, diğer yanıt da henüz Ütopya diye bir ülkenin kurulmamış olduğudur.

Söz gelimi bugün yeterince zenginseniz Amerika'da alkollü vaziyette ehliyetiniz yokken kullanmakta olduğunuz arabayla çarptığınız kişi ölse bile 3-4 aylık bir cezaevi serüveniyle kurtulabilirsiniz. Bu durum Dünya'nın her yerinde benzer işleyişe sahiptir. Bugün Fransa'da ortalama her yıl 4-5 defa Yargıda rüşvet Skandalı haberleri çıkmakta, Almanya rüşvet konusunda bizim ardımızdan Dünya'da 3. sırada gelmektedir. Rüşvetin bir nevi yasal koruma altında yapıldığı Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkeler bu sıralamada bulunmaz. Dolayısıyla insanoğlunun birlikte yaşadığı ve birebir aynı özellikte anne karnından çıkmadığı her toplumda  bu tip durumlar hayatın olağan akışı gereğidir. Çünkü doğal yaratılış dengemiz gereği, sadece %2'lik kısmımız gerçekten zeki olacak,%4'lük kısmımız "kafası çalışan" kısmında yaşamını sürdürecektir. Bu yüzde 6'lık şanslı kesimin de %3'ü topluma bir şekilde hükmedecektir. Bu hükmetme, sadece kendi paçasını kurtarmaya dayalı bir vergi uzlaşması yoluyla olabileceği gibi Hitler'in Propaganda Bakanı olmak şeklinde de peydah olabilir. Veya herkes günde 10 saat çalışıp anca geçinirken günde 4-5 saat çalışarak milyonlar kazanmak şeklinde gerçekleşebilir. Bu durumda da hükmetme mevcut olur, çünkü aykırı olursunuz, isteklerinizi yaptıracak gücünüz olur.

Bu güce sahip bir kişi iseniz de irade/nefs sahibi olduğunuz için ayrıcalık istersiniz. Ayrıcalık, doğru kişi doğru kişiden talep ettiğinde doğması pek de zor olmayan bir kurumdur ve iyi işler, çünkü dediğim gibi gerçekten kafası çalışan kişilerin kurumudur çoğu zaman. (Şark kurnazlığını tenzih ederim.)  Ayrıcalık, her toplumda ve dönemde kendi sınıfını doğurur ve "Doğru" kavramından sapma başlar. Bu noktada Ütopya biter. Ama toplumsal uzlaşı metinleri hala yürürlüktedir. Bu metinler yürürlükte olduğu için de, her ne sebeple olursa olsun (buna Siyasi İrade tarafından atanan yargıçların yargılama yapması da dahil) bu uzlaşıya aykırı davranmanın mazereti olmaz. "Ben Anayasaya aykırı davrandım ama Anayasa güzel değil" ifadesi, Ütopyacılıktan başka bir şey değildir. O an fiili durum Anayasadır, bunu iyileştirmek istemek ayrı bir şeydir, bunu yaparken Anayasayı ortadan kaldırıp kaotik bir ortam yaratmak ayrı bir şeydir. Aynı zamanda, Anayasal düzeni beğenmeyip Demokrasi adı altında rahatça aleyhte çalışmak, suçtur. Modern her ceza yasası bu eylemleri suç olarak düzenlemiştir. Demek ki toprağı işlemeyi öğrenip yerleşik hayatı keşfettiğimiz ilk günden bu yana gelebildiğimiz aşamada, Anayasal düzene aykırılığın topluma saygısızlık olduğu, bu saygısızlığın cezalandırılması gerektiği sonucuna varılmıştır.

Türk Ceza Yasasında da Anayasal Düzene Karşı Suçlar başlığı bulunmaktadır. Örneğin bu düzeni değiştirmeye çalışmak suçtur, hem de ağır bir suçtur.

Türkiye Cumhuriyeti, bir çok etnik unsurun uzlaşı içinde Türk Üst Kimliği altında yaşama iradesiyle, hiçbir etnik ayrımcılık güdülmeyen (Kürt Kökenli Cumhurbaşkanı çıkarmış bir ülke aleyhine aksinin iddia edilmesi, absürtlüğün sınırlarını zorlamaktadır) bir Devlet olarak kurulmuştur. Bu iradenin hala mevcut olduğu tartışmasızdır. Hiçbir istisna, kaide bozacak öneme vakıf olamamıştır, ayrıca mutabakatın olduğu her yerde, istisna bir doğal sonuçtur. Doğal ve genel olanın istisnaya dönüşmesini istemek ise dayatmadan başka şekilde tanımlanamaz. Topluma yapılan dayatmalar, suç olmalıdır ve öyledir de.

Dolayısıyla hiç kimse, Demokratik davrandığı için tutuklanmamaktadır. Tam tersine, Demokratik bir eylem olan "cezalandırma" faslından kaçmaya çalıştıkları için tutuklanmaktadır.
Toplum iradesiyle oluşmuş yasalara aykırı davranmak, elbette cezalandırılacaktır. Bunda gocunulacak bir yön yoktur. Cezalandırılan eylem, zaten suç olmakla beraber, daha özel niteliğinde Terördür. Terör, toplumsal mutabakata, yani halklara, halkların özgür iradelerine yönelik en büyük tehdittir.

Hele ki, beraber yaşama arzusunda olduklarını bildirgeyle açıklarken dahi "özerklik, beraber yaşamamız için kutsal ülkümüzdür" diyen kimselerin ayrıştırıcı faaliyetlerinin toplum nezdinde cezalandırılması zaten hakkaniyetin doğal sonucudur. Birlik olalım derken dahi Özerklik isteyen, yani ayrılmak isteyen kimselerin samimiyetsizliği ortada olduğu gibi, cezalandırılan fiil, bunun çok daha ötesindedir.

Hiç bir Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı, yasalar önünde ayrıcalıklı değildir. Hiç kimse bir takım kitlelerin sembol ismi oldu diye ceza yasalarından muaf değildir. Hiç kimse Halk İradesinin tecellisi olan yargılama faaliyetinden kaçamaz. Kaçarsa zorla getirilir. Bu düzenleme de yasalarda vardır. Yasalarda olduğuna göre de bu durum da halkın iradesinin ürünüdür. Dolayısıyla buna aykırı davranmak da Demokrasiye aykırı davranmak, onu hiçe saymaktır.

Hal böyle iken, suçluyu korumak, ona ayrıcalık talep etmektir. Ayrıcalık talep etmek ise, adil değildir. Adilliğin ölçüsünü Adalet koyar, Adaleti de temelde yasalar belirler,yasaları da toplumsal irade. Hakkaniyet ayrı ve soyut bir kurumdur, ancak Adalet, hakkaniyeti de sağlar. Hakkaniyet olan yerde dirlik, düzen ve barış olur. Bir toplumda bu 3 refah unsurunu egemen kılmanın yolu, Adaleti sağlamak, hakkaniyeti elde etmek, ve ayrıcalıkların günden güne azaltılması yoluyla bir nevi Ütopya yolunda yürümektir. Hayal edilen toplum düzeni, Ütopya kadar uzak, Adalet kadar yakındır.