14 Mart 2014 Cuma

Birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz şu günler

İstanbul'un bundan 10-15 yıl öncesine kadar belki en varoş yerlerinden birisi olan, ama şehrin batıya,ve kuzeye doğru inanılmaz gelişmesiyle beraber merkezi kalmaya başlamış bir semtinde yaşıyorum.

Evimden 4-5 km ötede Kürt mahallesi var. 2-3 km ötemde alevi nüfusu yoğun, 7-8 km ötemde Ermeniler yaşıyor,yine aynı yerlerde Musevilere de rastlamak mümkün.

Ben sünni -Türklerin yaşadığı sokakta doğdum, hala oradayım. Dolayısıyla bende bu gruptanım.  Ne kadar kolay gruplaştık değil mi?  Ya 4-5 km ötede doğsaydım? Veya 7-8 km ötede? Ben mi seçtim? Ben mi çabaladım, hayır. Peki sırf sadece orada doğduğum için sahip olduğum nitelikleri neden diğerlerine ölüm dercesine savunayım?

Bugün dünya böyle, her yerde farklı etnik gruplar var ve hepsi kendi grubunu yukarılara taşımaya çalışıyor, bunu yaparken de diğerleri diye ifade ettiklerinin üzerine basmaktan çekinmiyor. Sonra bu katilli köşe kapmaca oyununda savaşlar, karışıklıklar, bencilliklerden doğuyor hep.

Çarşamba günü Alevi bir çocuğun cenazesi vardı, adaletsiz bir biçimde katledilmişti, o cenazeye katılanlar terörist ilan edildi, Alevi ilan edildi sanki Alevilik illegal bir şeymiş gibi. Gitmeyenler, gidenleri ötekileştirdi, hakaret etti, bölücükle suçladı.

Perşembe günü bu cenazede çıkartılan (çıkan demiyorum, 1 milyon insan sadece yürüyüş yaparken 90-100 tane görevi ortalığı yakmak olan değersiz canlı sürüsü olay çıkartıyor) olaylar sırasında bir kişi daha vefat etti, 21 yaşında bir sünni.

Ve bir ağlanılası durum daha ortaya çıktı, iki cenazeyi karşılaştırmaya başladılar, birisini terörist birisini şehit ilan eden mi ararsınız, birisini kahraman birisini şerefsiz ilan edeni mi... Halbuki ikisi de masumdu, katledilmişlerdi, birisi vicdansız bir polis tarafından devlet eliyle, birisi şerefsiz bir örgüt üyesi tarafından. İki olayda da adaletsizlik, haksızlık vardı ama insanların çoğu sadece bir tanesinde ki haksızlığı görmek istediler.

Acı olan tarafta buydu. İşte seçim , irade dediğimiz şey burada devreye girmeli aslında.
Çünkü, Türk,Kürt, Ermeni, Alevi ya da Musevi doğmak sizin seçiminiz değildir. Ama bir haksızlığa tepki gösterip göstermemek sizin seçiminizdir. İyinin , adaletin yanında olmak sizin seçiminizdir. Zulme karşı durmak sizin seçiminizdir, nereden gelirse gelsin. Eğer zulüm yapan sizin tuttuğunuz tarafken susup, sevmediğiniz taraf olunca eyleme geçiyorsanız zalimsiniz demektir.

Berkin Elvan'ın cenazesinde çok az sağ grup vardı, Burak Kahraman'ın cenazesindeyse çok az sol grup.

İnsanlar, ırklara göre, taraf oldukları yere göre, sevdikleri ideolojiye göre ayırım yapıp bu ayırıma göre destekçi veya muhalif oldukları sürece, hiç bir şey düzelmeyecek.

Alevi de bizim evladımızdır, sünni de. Evet klişe, ancak bu klişeyi bilen ne kadar çok kişi varsa, uygulayanda bir o kadar az.

Filistin de yaşanılanlar da zulümdür, Suriyede de, Türkiyede de. Nazilerin yaptığı da zulümdür, ABD'nin yaptığıda, Esad'ın yaptığı da.

Berkinin cenazesine gelen TKPliler, Burak'ın'da cenazesine gitmedikçe,
Burak'ı sahiplenenler , Berkini de sahiplenmedikçe,
Kılıçdaroğluna SGK'yı batırdı diyenler, Akp yolsuzluklarını görmedikçe,
Rabia'ya üzülenler, Gezi Parkı olaylarında ölenlere üzülmedikçe
Hiç bir şey düzelmeyecek.

Çünkü desteklenmesi gereken, AKP-CHP veya Gülen cemaati -İsmailağa cemaati falan değil.
Desteklenmesi gereken, olgulardır. Karşı çıkılması gereken de olgulardır.
Adalet desteklenmelidir, kimin için olduğuna bakmadan, zulme karşı durulmalıdır, kimin zulmettiğine bakmadan.

Bir iki paragraf daha ilave etmek istiyorum, Aleviler ölüyor,sonrasında ölen merhum ülkücü gösterilmeye çalışılıyor, ülkenin iktidar partisinin destekçi sayfaları ülkücülere siz de bizdensiniz, diğerlerini bırakın diyor.

Türkiye'de ortalama 5 milyon alevi var, Yine bir o kadar ülkücü var. Türkiye'de 10 milyon aşırı özgürlükçü, bir o kadar aşırı yobaz var. Ve çok kolay provoke oluyoruz, kendimizi ait hissettiğimize o kadar bağlıyız ki , amaçsızca, diğerlerini kılıçtan geçirebilirmişiz gibi, ancak diğerler diye bir şey yok. Halk var. Hukuk , olmalı.
Kutuplaşmaya fevkalade müsait, meyilli, bu derece ayrışmış ve ayrıştırılmış bir ülkede, divide and rule,conquer anlayışı çok kolay uygulanabilir ve uygulanmak isteniyor, böl , parçala, yönet. Dikkat edilmesi gereken budur.

AKP-CHP vs. için değil, adalet için eylem, haksızlıklara karşı durmak için hareket etmek, kime yapılırsa yapılsın zulme karşı çıkmak , kötünün karşısında durmak, sevmediğinin değil,  haksızlığa uğrayanı kim olursa olsun sahiplenmek, yapılması gerekendir. Ya bu yapılır, ya da böl-parçala-yönet.

Ve yine tekrarlamak istiyorum son olarak ;

Adalet desteklenmelidir, kimin için olduğuna bakmadan, zulme karşı durulmalıdır, kimin zulmettiğine bakmadan.








12 Mart 2014 Çarşamba

Toplumun Vermesi Gereken Tepki ?

  Yıllardır içimde tuttuğum o birikmişliği,bir şeyler yapmam için beni dürten o doluluğu Gezi Parkı eylemleri sırasında boşaltamamanın ve insani tavrımı o haziran ayında ortaya koyamamanın verdiği duygusal çöküntüyü hissetmemden çok bir zaman geçmemişti ki..

   Aylardır hastanede acil bakım ünitesine bağlı olarak yaşam mücadelesi veren ve sonunda anasının feryatları arasında 'direniş'ini tamamlayamayan Berkin Elvan'ın haberi geldi aniden.Belki de birikmişlikti ya da bir duyarlılık ama yıllardır susturmaya çalıştığım vicdanım artık durdurulamayacak ölçütte beni rahatsız etmişti.

  Sokağa mı çıkmalıydım ? Yoksa internetten buna sebep olan herkesin gelmişine geçmişine bir sövüp oturmalı mıydım ? Yapmam gereken neydi gerçekten ?

   Berkin'in vefatını takip eden saatlerde okulumda bir eylem gerçekleşti.Rektörlük binasının önünde bir saate yakın bir eylem yapıldı ve üniversitemizde yeni yapılan dersliğin adının Berkin Elvan olarak değiştirilmesi kararı öğrenci gruplarınca açıklandı.Sonra birkaç slogan atıp kendimizi yırtıp evlerimize dağıldık.En azından içimizdeki 'bir şeyler yapmalıyım' hissi ve dolaylı olarak da vicdanlarımız yatışmıştı.Öcümüz alınmıştı.

  Yürüyüşten sonra evime döndüğümde ise haber kanalları ayıların çiftleşmesinden tutun da sincapların beyinlerinin vücutlarına oranla ne kadar gelişmiş olduğu tarzında fantastik haberler yayınlıyor,ülke gündemini baştan yazıyorlardı.İçimdeki öfkeyi bir şekilde atmalıydım,slogan atıp bağırmak yetmemişti. Twitter'dan bir kaç küfür edip rahatlamayı denedim.O da fayda etmedi.Vicdanım bana doğru yolu göstermeye çalışıyor,ben ise deneme yanılma yoluyla asıl yapılması gereken şeyi arayıp duruyordum..

  Derken akşam Beşiktaş ve Taksim'de eylem çağrısı yapıldığını gördüm sosyal medya aracılığıyla.Vicdanım şimdi de ona katılmam için beni dürtüklüyor bir türlü huzur vermiyordu.Bu eyleme ya katılacaktım ya da katılacaktım,yoksa bana huzur yoktu.

  Bu fikrimi annem ve ablamla paylaştığımda babama söylemekle tehdit edildim ve bana bunu yapmanın aslında hiç bir şeye yaramayacağını söylediler.''Bilmiyorum gidip görmek lazım.'' diye klişe bir cevap verdim.''Sizin vicdanınız rahat mı?'' diye sorduğumda ise dün bana vicdan nutukları atan ebeveynlerim karşımda kekelemeye başlamışlardı.Onlar da haklılardı ama bu eyleme gidilecekti.

   Evden bir bahaneyle kendimi sokağa atabildim ve ilk işim Beşiktaş otobüsüne binmek oldu.Nihayet Beşiktaştaydım ve 1000 kişilik bir kitlenin arasına atıverdim kendimi .Kendi görüşümden insanların arasında olmanın verdiği coşkuyla bağıra çağıra haykırdım içimdekileri,ta ki sesim kısılana kadar..

  Beşiktaş'tan Taksime kadar bağıra çağıra çıkmış ve sonunda polis barikatıyla yüz yüze gelmiştik.Bir kesimce kadrolaştırılmış ve toplumun nefretini kazanmış bu insanlara bakarken içim burkulmadı desem yalan olur.Amirleri kes dese keseceklerdi,başka çağreleri yoktu çünkü.Bir kaç bin liralık maaşları ve o çok eleştirdikleri asker-i zihniyete mensup yüzlerce polis o akşam oradaydı.Bir askerden tek farkları üniformaydı.İnsan eleştirdiği şeyin ta kendisi olabiliyor bazen.Bazen de insan insanlıktan çıkabiliyor..

  Meydana doğru teker teker girdik ve meydandaki yaklaşık 300 polis ve 7-8 tomayla göz göze geldik.Kafalarına göre hat çiziyorlar ve insanları ''hoşt ulan höşt ulan'' nidalarıyla itekleyerek istedikleri sınırlara çekmeye çalışıyorlardı.İtiraz edenlerin kıçına kalkanla bir şamar sallayıp devam etmelerini sağlıyorlardı.

  Halk oradaki tüm polislere tepkisini ''katil'' ve ''hırsız'' gibi laflarla dile getiriyor ve gerilim artıyordu.Tabi ki polislerin davranışlarının hiç birisi eyvallah edilecek cinsten değildi ama bu sloganların tek getirisi ''karşılıklı nefret'' oluyordu.Çünkü iki tarafta bu ülkenin evlatlarıydı.Bir tarafın acısı vardı ve karşı tarafa öfkeliydiler.Polisler ise halka tepkiliydi sanırım.Açıkçası nedenini bilmesem de öyleydi.Halkın gözünde nasıl ki polis teşkilatının şan ve şerefi beş paralık olmuş ise polislerin gözünde de oradaki halk beş para etmezdi.

  Bu ''Kutuplaşmış'' bir toplum görüntüsü çiziyordu çünkü poliste o üniformayı çıkarttığında toplumun bir parçası oluyordu.Onlar sadece polis değildi.Ayrıca o akşam orada saatlerce eylem yaptıktan sonra vicdanım hala rahatlamamıştı.Bu vicdanım ne istiyordu Allah aşkına ? Onu bilemiyorum ama yeterli değildi,onu biliyorum..

  Bu tablo bana hiç yabancı değildi.Zira oynadığım oyunların ana teması da bu şekildeydi.Tek fark kırılan elimizdeki oyuncaklar olurdu,kalpler veya vücutlar değil.

  Küçüklüğümüzde lego oynardık biz.Legoları ortaya dökerdik,tüm legolar hep birlikte dururdu ve sonra aramızda paylaşıp savaştırırdık.Dünyayı yöneten abilerimiz de çok farklı bir şey yapmaz.Hepsi çocuk beyinlidir!Yek vücut duran toplum ayrıştırılır.Kin ve nefretle doldurulduktan sonra ise savaştırılır.

  En açık örneği ise Iraktır zannımca..

  Irak'ta iç savaştan sonra ABD askerlerinin ülkeye huzur ve demokrasi getirme olasılığıyla onlara kucak açan bir kesim Iraklı şuan aramızda değil.Ama onların bu aptallığını işkence evlerinde yıllardır işkence gören vatan severler ödüyor.Kadınları ise Amerikan askerlerinin kurduğu kamplarda her gün tecavüzle ödüllendiriliyor..

  Şimdi iki kesimde kendine ve vicdanlarına şöyle bir bakıp sormalı:

  ''Biz ne yapıyoruz amına koyim ? ''

5 Mart 2014 Çarşamba

Toplumsal Gelişmişlik Farklılıkları 3

  Jared Diamond'un öne sürdüğü tarım tezinde önemli bir hususa değinmiştik.Medeniyetin filizlerinin coğrafya ve iklim olmadan atılamayacağını yani tarımın tek başına medeniyeti doğuramayacağını dile getirmiştik.Tarımın en önce keşfedildiği beş coğrafyayı ve bu beş coğrafyadan sadece Yeni Gine'nin Dünya üzerinde iz bırakacak bir medeniyet kuramadığını da ayrıca eklemiştik.Hindistan,Çin,Avrupa ve Mısır bu kadar öncü birer uygarlık oluştururken Yeni Gine'nin farkı neydi de şuan dahi avcı-toplayıcı kabileler orada yaşamlarını sürdürmeye devam ediyor?Tanrı Yeni Gine'ye coğrafya ve iklim olarak pek cömert
davranmamış ne yazık ki..

  Tarımın ortaya çıkışında;yaban hayvanların tükenmesi ve avcılığın daha az ödüllendirici olması,yaban bitkilerin artması sonucu bu bitkilerin daha çok bulunur hale gelmesi,bu bitkilerin evcilleştirilmesi yönündeki atılımların daha kazançlı olması,tarımın dayanağı olacak olan teknolojik gelişmelerin birikmesi ve son olarak önceki yazımda bahsettiğim gibi nüfus artışı ile tarımın birbiriyle olan ikili ilişkisi önemli rol oynamıştır.Bu süreç tüm kıtalarda olduğu gibi Yeni Gine'de de vuku bulmuş ancak yüzyıllar boyu yerinde saymaya devam etmiş,gelişme kat edememiştir.Peki niye?

   Tarımın medeniyete dönüşmesindeki en önemli aşama tarım yapmak için yerleşik hayata geçilmesidir.Ancak tarımın yerleşik hayata geçmeye olanak tanıyacak şekilde vuku bulmasının da bazı koşulları vardır..

   Yeni Gine'deki tarımsal sistem yarı göçebe tarıma dayalıydı.Halk aynen avcı-toplayıcı kültürde olduğu gibi kısa süreliğine bir bölgeye yerleşiyor,orada tarım arazisi açıp tarım yapıyor ve başka verimli bir arazi bulmak için göç ediyor.Bunun sebebi o bölgede verimli sebze,meyve yada herhangi bir bitkinin yetişmemesidir.Yeni Gine'nin tarım ürünleri muz,şeker kamışı,taro kökü ve yabani sagudur.Bu saydığım bitkilerin hepsinin ömrü çok kısadır ve olgunlaştıktan kısa bir süre sonra tüketilmelidirler.Hiçbirisi kalori açısından yeterli bitkiler değildir ayrıca protein oranları da çok düşük olduğundan Yeni Gineli insanlar öğünlerine protein takviyesi olarak devasa örümcekleri tüketirler.Şimdi bu etkenlere baktığınızda ''Ne olacak yani?Bu ürünler uzun süreli olarak depolonamıyorsa ya da besin değeri olarak yeterli değilse bunun medeniyetle ilgisi ne?'' diyebilirsiniz.Ancak her büyük olayın arkasında küçük onlarca olay vardır onu tetikleyen.Mesela Fransa'ya karşı Yedinci Yıl Savaşları'nı başlatan 2.George imparatorluk bütçesinin inanılmaz zarara uğraması nedeniyle Amerika'daki kolonilere inanılmaz bir vergi yükü getirmiş ve bu 3.George döneminde ABD'nin bağımsızlığıyla sonuçlanan uluslararası bir savaşa sebep olmuştur.Şuan ABD'nin var oluşu belki de o gece 2.George ile hanımının aralarındaki kavgaya dayanıyordur,ani bir sinirle Fransızlara savaş ilan etmiştir bilemeyiz.Tarih böyle ufak detaylarda gizlidir.Her neyse konumuza dönelim.

   Hepimiz eski tarihi filmlerden klasik bir repliği hatırlıyoruzdur:''Efendim buğday stoklarımızla bu kışı atlatabilir miyiz bilmiyorum..''.Neden bu filmlerde muz stoklarımız ya da taro kökü stoklarımız denmez de hep buğday stoklarımız denir?Çünkü buğday aylarca saklanabilecek dayanıklılığa sahiptir ve besin değeri de çok yüksektir.Buğday tarımına geçen halklar ani bir şekilde medeniyetin özündeki nimetlere kavuşmaya başlamışlardır,ne tesadüf.Bugün ABD toplumu günlük tükettiği kalorinin 1/5'ini buğdaydan alır.Buğday tarımı yapılamayan,uzun süreli depolanma özelliği taşımayan ve bundan dolayı büyük nüfusu besleme potansiyeli de olmayan bitkiler yetiştirilen bu Yeni Gine topraklarında gelişmişlik seviyesi hep sabit kalmıştır.Kendi kabilelerinin karnını doyurmakla geçirilen koca bir ömür..

Yeni Gine'nin bu iklimsel fakirliğinden kaynaklanan olumsuzluğa bir de coğrafi olumsuzluklar eklenmiştir.Diğer kıtalarla çok uzun bir süre iletişimi dahi olmayan Yeni Gine toplumu bu kıtalardaki teknolojik gelişmeleri takip edememiştir.Halen taş çekiçleri kullanmaktadırlar.Bir toplumun gelişmesindeki önemli bir faktördür diğer toplumlarla etkileşim ve rekabet ortamı.Bu,olumsuz coğrafik etkenler dolayısıyla Yeni Gine'de vuku bulamamıştır.Ancak coğrafyanın olumsuz etkisi bununla da sınırlı kalmayacaktır..

Tarımın gelişmesindeki bir diğer önemli husus nedir diye sorduğumuzda akla gelecek ilk faaliyet hayvancılıktır.Tarım ve hayvancılık birbirini destekler,karşılıklı olarak iki faaliyet bir diğerinin verimini arttırır.Tarımın keşfini izleyen dönemlerde insanlar hayvanları evcilleştirmeyi de öğrenmişlerdir.Artık teker teker avlanmayı bırakıp evcilleştirerek faydalanma yolunu keşfetmişlerdir.Hayvancılık çok önemlidir zira bir hayvanın etinden,sütünden,tüyünden,derisinden ve hatta dışkısından faydalabilirlerdi.Hem garanti bir yiyecek kaynağı olabilir,hem tüyünden kalın giysiler yapılabilir hem de dışkısıyla tarım arazilerine gübre harç edebilirlerdi.Ayrıca bu evcilleştirdikleri hayvanlar tarım arazilerinin artıklarından beslenir,yani beslenmelerinde ek bir şeye ihtiyaç duymazlardı.İşte tarım ve hayvancılığın karşılıklı etkileşimi de burada başlıyor.Tarımdan arta kalanlarla besle,gübresinden ve gücünden faydalan.Bildiğimiz gibi eskiden traktör yoktu ve tüm ağır işler büyükbaş hayvanlar tarafından sırtlanılırdı,saban bunun en büyük örneğidir ve tarımda verimi arttırır.Yani hayvansal güce sahip olan toplumlar her zaman öndeydi diyebiliriz.Peki bu evcilleştirilebilen ve insan hayatına doğrudan müdahil olan bu hayvanları listememiz gerekirse liste nasıl olur? Bakalım : 

-Keçi
-Koyun
-Domuz
-At
-İnek
-Eşek
-Çift Hörgüçlü Deve
-Arap Devesi
-Su Sığrı
-Lama
-Ren Geyiği
-Yaban Sığrı
-Bali Sığrı

Dünya üzerinde 148 büyük otobur vardır zira sadece yukarıda gördükleriniz evcilleştirilebilmiştir.Zaten etoburları saymıyorum çünkü etobur bir hayvanı beslemek için de başka bir hayvan gereklidir,tarımla bütünleşmeden söz edilemez yani..Peki..Bu hayvanların tarıma katkısını irdelemek ve sebep-sonuç yapmak için hangi kıtalarda yayılım gösterdiklerine bir bakmak gerekir.Bu hayvanlar lama harici tamamıyla Asya-Avrupa kökenlidirler.Lama Amerika Kıtası'na has bir hayvandır ve ataları orada bulunmaktadır.

Peki ya Yeni Gine?

Yeni Gine'de bu hayvanlardan sadece domuz bulunmaktadır ve o da çok önceki zamanlarda bu kıtaya Asya'dan getirilmiştir,yani o kıtanın yerlisi bile değildir.Ayrıca domuzdan faydalanmak da oldukça güçtür.Çünkü domuz güçsüz bir hayvandır ve ne araba ne de saban çekemez.Ayrıca süt,deri,yün ve post olarak da faydalanamazsınız.Yani tarımın gelişmesinde önemli rol oynayan hayvancılık mekanizması Tanrı'nın bir laneti gibi Yeni Gine'de diğer tüm koşullar gibi olumsuz biçimde vuku bulmuştur.Bu da Yeni Gine'deki medeniyetin filizlenmemesine etki eden bir diğer etmen olarak kayıtlara geçecektir..

Bir sonraki yazımda neredeyse ortak koşullara sahip Asya ve Avrupa Kıtalarının neden farklı biçimde ve düzeyde geliştiklerine el atacağız.

Son söz olarak: ''Küçük detaylar büyük mekanizmaları tetikler.'' diyelim..